İslam: İlahi Bir Sistem mi, Siyasi Bir Kurgunun Adı mı?

 Bu yazıda sizi biraz sarsıcı ama düşünmeye sevk eden bir soruyla baş başa bırakmak istiyorum:

İslam gerçekten Tanrı’nın koyduğu bir sistem mi?

Mutlak kudret sahibi bir Tanrı’nın çelişki, zafiyet ve çıkar çatışmalarıyla dolu bir sistem kurması mümkün mü?
Eğer değilse, o hâlde İslam dediğimiz yapı, insan eliyle şekillendirilmiş, siyasi bir düzenin adı haline gelmiş olabilir.

Din mi, Siyaset mi?

Tarihsel olarak baktığımızda, İslam’ın ilk yıllarından itibaren dinin siyasetle iç içe geçtiğini görürüz.
Hilafet kavgaları, iktidar savaşları ve güç mücadelesi, inancı bir araç haline getirmiştir.
Bu da şu gerçeği düşündürür:

İslam, başından beri yalnızca bir inanç değil, aynı zamanda bir iktidar sistemidir.

Eğer bu sistem adalet ve özgürlük üzerine kurulu olsaydı, Türk milletine “kul” zihniyeti, kör itaat ve Araplaşma bu kadar kolay giydirilir miydi? 

Türklerin İslam’la İlişkisi

Türk tarihine baktığımızda şunu görüyoruz:

Türkler İslam’ı kabul ettikten sonra çoğu zaman onu kendilerine özgü yorumladılar (Yesevî yolu, Bektaşilik, Alevîlik, Yunus Emre’nin dili).

Bu yorumlarda daha çok insan sevgisi, akıl, özgürlük öne çıkıyor. Yani Türk milletinin İslam’la ilişkisi, Arapların dayattığı halden farklı bir yol izlemek istediklerini açıkça gösteriyor ama başarılı olamıyorlar.

Bu nedenle, Türkler İslam’a girdikleri andan itibaren aynı kısır döngü yaşanıyor. Devlet kuruyorlar ama kısa süre sonra iktidarı kaptırıyorlar, köleleşiyorlar, nüfusları azalıyor.

Bu tekrar tekrar oluyorsa, bu mesele sadece İslam'ın  yorumuyla ilgili değil, sistemin kendisinde bir tuzak olmasıyla ilgilidir. 

Yani İslam bir “inanç biçimi” değil, bir fare kapanı → içine giren millet önce coşar, sonra çözülür, sonunda da yok olma eşiğine gelir. 

Türkler için hayatta kalmanın yolu, bu tuzağı fark edip kopmak. Yoksa tarih sürekli tekrar edecek ve en sonunda Türk milleti gerçekten silinip yok olacak.

Tarihsel örneklere bakarsak:

Abbasiler döneminde Türkler “gulam/asker” olarak kullanıldı, sonra kendi devletlerini kurdular ama hiçbir zaman “halifenin kulu” olmak damgasından kurtulamadılar.

Selçuklu, Osmanlı → devlet yönetimi olduğu gibi din perdesi altına saklanmış Türk düşmanlarının kontrolüne geçmişti. Türkün kanıyla kendilerini büyütüp Türk kimliğini, “ümmetin askeri” gölgesinde eritip yok ettiler. 

Cumhuriyet döneminde bile ne kadar  Türk düşmanı olan ( EOKA,ASALA, PKK, İHVANCI gibi daha bilmediğimiz kaç düşman örgüt varsa hepsi İslam dininin altına saklanıp ve dini bir kamuflaj maskesi olarak  kullanıp bir siyaset sopası haline getirdi. Din sosuna batırılmış bu siyaset sopasıyla da Türk milleti yeniden ablukaya alındı ve özgüveni törpülendi. 

Eğer bir millet 1000 yıldır aynı çukurun içinde debeleniyorsa, bu mesele sadece yanlış yorumdan kaynaklanıyor olamaz, bu mesele tam olarak o çukurun ta kendisidir.

Sistemsel Tuzak

Bir milletin inanç uğruna kendini feda etmesi, köleleşmesi, kimliğini kaybetmesi normal ya da tesadüfle açıklanabilir mi?

Bu, tesadüf olamaz.
İslam, tarih boyunca bir “inanç biçiminden” çok, düşman azınlıkların altına saklanarak  içerden devlet yönetimini ele geçirmek için bir kamuflaj maskesi, iktidar mekanizması olarak kullanılmıştır.

Sonuç: 

Aslında Türkler özünde Tengri anlayışını hiç kaybetmedi, sadece “isim” değişti.

Halk “Müslümanım” dedi ama yaşama biçimi → Tengrici bir kültürdü.

Örneğin: Türk kadınının özgür konumu → İslam’ın Arap kültüründeki kadını eve kapatan anlayışına hiç uymadı.

Mezarlık kültürü, atalar ruhuna saygı, Nevruz kutlamaları → tamamen Tengri mirası.

İnançta bireysellik → Herkes Tanrı’yla kendi yoluyla bağ kurdu, katı ritüel dayatmalarına uzak kaldı.

Yani Türk’ün “Müslümanlığı” aslında söylemde kalan kültürel bir kelimeden ibaretti. Türkler özünde hep Tengrici bir bakış açısıyla Müslümanlığı yaşadı.

Ama işgalden sonra —özellikle son 25–30 yılda— bu özgün Türk yorumu yıkıldı:

Araplaşma → Türk’ün özünü bastırdı. 

Tarikatlar ve sahte din simsarları → Türk milletini köleleştirdi.

Kültürel işgal → “Türk gibi Müslümanlık” yerine “Arap gibi Müslümanlık” dayatıldı. 

Bugün Türk milleti hâlâ Tengri bilincinin izlerini taşır, ama farkında değildir.
Yeniden özgürleşmenin yolu, bu farkındalığı hatırlamaktan geçiyor.
Gerçek inanç, aklın ve vicdanın rehberliğinde yaşanır; kör itaate dayalı sistemlerde değil. 

Türk milletinin hayatta kalmasının yolu, kendi özüne, kendi inanç biçimine ve kendi vicdanına dönmesidir. Aksi hâlde tarih aynı döngüyü tekrar edecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SİRİUS'un ÇOCUKLARI

İslam: İlahi Bir Sistem mi, Siyasi Bir Kurgunun Adı mı?

 Bu yazıda sizi biraz sarsıcı ama düşünmeye sevk eden bir soruyla baş başa bırakmak istiyorum: İslam gerçekten Tanrı’nın koyduğu bir sistem...